KAFKA’NIN DÖNÜŞÜM’Ü VE VARLIĞIN BOĞUNTUSU-Eray Ancer

KAFKA’NIN DÖNÜŞÜM’Ü VE VARLIĞIN BOĞUNTUSU-Eray Ancer

Franz Kafka’nın 1915’te yayımlanan kısa romanı Dönüşüm (Die Verwandlung), modern edebiyatın en çarpıcı ve en çok tartışılan eserlerinden biridir. İlk cümlesiyle bile bir tokat gibi çarpar:
“Gregor Samsa, bir sabah huzursuz düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”
Bu cümleyle başlayan anlatı, sadece fiziksel bir değişimi değil, insanın toplumsal varlığı, aile içindeki yeri, bireysel değeri ve varoluşla mücadelesi üzerine derin felsefi sorular açar.

Kafkaesk Boğuntu ve Yabancılaşma

Gregor’un dönüşümü, gerçekliğin sınırlarını aşan bir olaydır, fakat Kafka’nın ustalığı bu olağanüstü olayı sıradanlıkla işlemesindedir. Ailesinin tepkisi şoktan çok ekonomik ve sosyal paniğe yöneliktir: "İşe gidemeyecek mi?", "Maaş ne olacak?"... Kafka, bireyin yalnızca işlevsel olduğu sürece değerli kabul edildiği bir toplum eleştirisi sunar.

Gregor’un yaşadığı bu dönüşüm, Karl Marx’ın yabancılaşma kavramına da felsefi bir paralellik taşır. Gregor, çalıştığı işten nefret eder ama ailesini geçindirmek zorundadır. İşlevini yitirdiği an hem ailesi hem toplum için bir yük haline gelir. Bu yabancılaşma hem kendine hem çevresine karşı olur. Kafka'nın betimlediği bu çaresizlik, modern insanın ruhsal yalnızlığının sembolüdür.

Bedenden Taşan Ruh: Kimlik ve Öz Üzerine

Kafka'nın eseri bir varoluş krizinin anatomisidir. Gregor’un iç dünyası hiç değişmez: hâlâ ailesini sever, hâlâ insan gibi düşünür. Ama artık o bir böcektir. Bu bedensel dönüşüm, toplumsal kimliğini de siler. Kafka burada “öz” ve “görünüş” ayrımına ışık tutar: Toplum seni ne olduğuna değil, nasıl göründüğüne göre yargılar.

Soren Kierkegaard’dan Sartre’a kadar birçok düşünür, bireyin kendi benliğini inşa etmek zorunda olduğunu vurgular. Kafka ise daha karamsardır: İnsan, benliğini inşa etmeye çalışırken hem sistemin hem de en yakınlarının duvarlarına çarpar. Gregor, bu çarpışmanın kurbanıdır.

Kafka’nın Hayatı ve Dönemin Ruh Hâli

Kafka, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküş döneminde Prag’da büyüdü. Yahudi kökenliydi, Almanca konuşuyordu ve bürokrat bir ailede büyümüştü. Babasıyla yaşadığı baskıcı ilişki, onun eserlerinde çok belirgin bir iz bırakmıştır. Dönüşümdeki aile figürleri -özellikle otoriter baba- Kafka’nın gerçek hayatındaki psikolojik çatışmaların yansımasıdır.

Dönemin Avrupa’sı da belirsizliklerle doluydu: Sanayi devrimi sonrası kapitalizmin baskıları, işçilerin sömürülmesi, bireyin giderek makineleşmesi... Kafka, bu sosyoekonomik arka planı doğrudan betimlemese de satır aralarında modernliğin insanı öğüten dişlilerini görürüz.

Yavaş Yavaş Ölen Bir Birey

Gregor, zamanla yalnızca fiziksel olarak değil, varoluşsal olarak da ölür. Artık sevilmeyen, görülmeyen ve kabul edilmeyen biridir. Onun ölümü, ailesi için bir “rahatlama”ya dönüşür. Bu, Kafka’nın en sarsıcı eleştirisidir: İnsan, işe yaramaz hale geldiğinde, en yakınları için bile bir yük olabilir.

Ölümünden sonra Gregor’un adı bile anılmaz. Hikâye, ailesinin mutlu bir geleceğe bakışıyla son bulur. Bu ironik kapanış, toplumun birey üzerindeki hoyrat tavrının altını çizer: Herkes sistemin çarkında dönerken, birinin ezilmesi “hayatın olağan akışı” olarak görülür.

Sonuç olarak Dönüşüm, yalnızca bir adamın böceğe dönüşmesini değil, insanın görünmezleşmesini, değer kaybını, modern dünyanın ruhsuzluğunu anlatır. Kafka bize şunu sorar: "Eğer seni sen yapan şeyler bir anda yok olursa, geriye ne kalır?"
Modern çağda hepimiz, zaman zaman Gregor Samsa gibi hissetmez miyiz? Sistem için sadece birer “dişli” olduğumuz gerçeğiyle yüzleştiğimizde, insanlık onurumuz da böceğe dönüşmez mi?